Drina Köprüsü

Drina Köprüsü

Osmanlı veziri Sokollu Mehmet Paşa’nın doğduğu topraklara bir hediyesiydi. Nobelli İvo Andriç, ünlü romanında onu kardeşçe yaşamanın simgesi saydı.

Yazı: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraf: Umut Kaçar

Balkanlar’ın ortasında o sarp ve siyah dağların yamaçlarında yol alıyordum. Asfalt yollar son bulduğunda yayvan bir boşluğu andıran Vişegrad güneşin gölge olup düştüğü yerde başlamıştı. Kasabayı ikiye bölen Drina Nehri’nin yeşil köpüklü sularını evlerin arasından görebiliyordum. Dar sokakların ve sakin caddelerin buluştuğu, çarşı meydanının son bulduğu nehir kıyısında efsanelerin, sonsuz hikâyelerin ve geride kalmış koca tarihin yaşayan tek kahramanı olan Drina Köprüsü karşı yakaya mağrur ve heybetli bir şekilde uzanıp iki yakayı birleştiriyordu. Köprüye adımımı atar atmaz beyaz taşların çatlaklarından, geniş kemerlerin arasından yükselen fısıltıları duymaya başlamıştım. Drina Köprüsü, kendi hikâyesini anlatmaya başlamıştı.

Köprünün tam ortasında Vişegradlıların “kapiya” dedikleri yerdeydim. İki yakayı birbirine bağlayan köprünün bu kısmı seyir alanı görevi gören iki terastan oluşuyordu. Butko Kayalıkları ve Uzanviçka Dağları’nın olduğu yöne bakan konumda köprünün yapımı ve tarihi ile ilgili bir kitabenin bulunduğu yüksekçe bir duvar yer alıyordu. Vişegrad’a bakan tarafta ise halkın “sofa” dediği küçük bir oturma alanı vardı. Köprünün ortası geçmişten bugüne Vişegradlıların buluşma yeriydi. Savaş zamanlarında nöbetçilerin dikildiği, halka ibret olsun diye suçluların cezalandırıldığı ve günlerce bekletildiği yer olan kapiyada sıkıntılı günlerin dışında hemen hemen bütün ahali buluşup devlet meselelerinden, siyasetten konuşur, eski hikâyeler anlatılır, akşamları ise kaçamak yapan âşıklar bir araya gelirdi. Önceleri kapiyada bir çeşme ve hemen yanında kahve ocağı bile vardı. Çocukların ilk gezintileri, oyunları köprüde başlar, bazen sofada oturan yaşlıların anlattığı hikâyeleri dinlerlerdi.

Esasen Bosna Hersek’in başka bir yerinde, Travnik’te doğan ve ailesi tarafından ilkokul eğitimi için Vişegrad’a gönderilen İvo Andriç, gençlik yıllarına kadar burada teyzesinin yanında yaşamış, köprüde anlatılan neredeyse bütün hikâyeleri dinlemişti. Slav kültürünün hâkim olduğu bu coğrafyada yer alan böylesine büyük bir şaheser niteliği taşıyan köprüye sayısız mitsel öykü de atfedilmişti. Sofada otururken on bir gözlü köprünün ortasındaki geniş kemerde hapsedilerek kurban edilen Arap; köprünün yapımına karşı çıkan su perisini engellemek için köprüye gömülen Stoya ve Ostoya adında kız ve erkek kardeşler; onları her gün emzirmeye gelen anneleri, köprünün beyaz taşlarının arasından sızan ve iz bırakan süt zerrecikleri ve daha birçok öykü hayalimde canlanmıştı. Vişegrad’da bana eşlik eden halk kültürü ve Sırp edebiyatı üzerine çalışmalarda bulunan Tajda Dadiç, bu mitsel anlatıların kökeninin Slav mitolojisinden geldiğini söylemişti: “Büyük ve önemli yapılar zamanla Slav mitolojisinde yer alan figürlerle birleşip halk kültürünün bir parçası olmuşlar. Köprüde yaşanan önemli olaylar bu mitolojide karşılık bulup halk kültüründe büyük bir yer edinmiş ve anlatılagelmiş. Köprüye insanların gömüldüğü inancı, şeytanın geceleri ortaya çıkıp horozlar ötene kadar insanları kandırması gibi anlatılar Slav mitolojisi kökenli.”

Yazının Devamı İçin http://www.postseyyah.com/drina-koprusu/ Tıklayınız...

Etiketler: Drina, Sırbistan
Şubat 12, 2020
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR